18 Eylül 2020 Yazısı
Eğitim sistemi,siyah ve beyaz üzerinden yürümez.Çeşitliliğe yönelik olmalıdır.Filozof da sanatçı da yazılımcı da mühendis de demirci de marangoz da çiftçi de ve daha bir çok farklı meslek erbabı yetiştirmelidir.A kişisi teknolojiden iyi kazanıyor diye B kişisi de kazanacak diye bir şey yok.Bugün,ülkemizdeki işsizlik ve düşük ücretle çalışma sorunlarını temelinde, eğitim sisteminde çeşitlilikten uzaklaşıp,belli şablonlarla kısıtlanmasıdır.Eğitimde ve ekonomide çeşitliliğe yer vermeyen her ülke,geri kalmaya mahkumdur.
Meslek liseleri var eğitim veren.Bu liselerin amacı nitelikli ara eleman ihtiyacını karşılamak.Ancak size soruyorum. Üretim mi var da tutup ara eleman yetiştiriyoruz? Meslek lisesinden mezun olan adam mecburen üniversite sınavına giriyor.İş bulmak hayal oralara zaten girmiyorum.Madem meslek liseleri görevini yerine getiremiyor neden bu liseleri kapatıp yerine lise eğitiminin kalitesini belli bir seviyeye çekip herkese üniversiteye giriş hakkı tanımıyoruz? Zira meslek lisesinden mezun olan kişiler mezun olduktan sonra mecburen hiç görmedikleri konulara çalışıyorlar.
Lise'de neden öğrenciye davranış ve dersleri ile ilgili performans notu verilmiyor mesela.Belli
bir performans notunun altında 2 dönem üst üste kalan öğrencinin örgün
eğitim hakkı elinden alınmalı.Çünkü bu öğrencilerin zaten eğitim almaya
niyeti olmadığı gibi birde gerçekten eğitim almak isteyen kişilerinde
haklarını gasp ediyorlar.
Öncelikle eğitim sisteminde durmak istediğim konunun ilki eğitilmek istenen kişi yani öğrenci. hepimiz biliyoruz ki insanlar eşit doğmuyor. gerek doğduğu coğrafya, büyüdüğü aile, yetiştiren ebeveynler, doğuştan gelen yetenekleri ve zekası gibi birçok faktör insanları birbirlerinden farklı kılıyor.
Herhangi bir spor dalıyla veyahut bir meziyet
ile ilgilenmiş insanlar, zanaat kazanmış insanlar bilirler ki insanın
elinin kırılması için, reflekslerinin tam olarak gelişebilmesi için
yöneleceği konuya 5-6 yaşlarında doğru bir eğitimle başlanması
gerekiyor. erken yaşın önemi kadar aldığı eğitimin niteliği de önemli
çünkü o yaşlarda öğrenilmiş yanlış bir bilgi de kolayca düzeltilemiyor.
misal altyapıdaki bir sporcuyu ele alalım. tenis öğrenimi için çok küçük
yaşlarda nitelikli bir koç tarafından yetiştirilen çocuğun tenis
tekniği, ayak-el koordinasyonu büyük oranda kusursuz olarak devam
edecektir. ağaç yaşken eğilir mantığında bu yaşlarda öğrenim hızlı ve
kalıcı olduğundan hayat boyu devam eden bir refleks yapısı olacaktır.
bizim eğitim sistemimizde ise insanın öğrenme kabiliyetinin çok yüksek
olduğu bu yaşlardan körelmeye başladığı 15 yaşlarına kadar
çocuklarımızın hepsini aynı yeteneğe, yönelime, beceriye sahip kabul
ederek aynı eğitimi veriyoruz. yani eğitmek istediğimiz çocuk, öğrenim
kabiliyetini kaybetmeye başladığı ana kadar çok yüzeysel, asla bir yöne
yönlendirilmemiş eğitim alıyor.
Bu neye sebep oluyor? bu ilk olarak bilgilerin yüzeysel olmasından dolayı öğrencinin ileride yöneleceği konuda bu bilgileri çok verimsiz kullanmasına neden oluyor. mesleğinde biyolojiyi, kimyayı veyahut matematiği verimli kullanamayan öğrenci sadece ezberletilenlerle kalıyor ve asla yeni bir şey üretemiyor. 5-6 yaşındaki bir çocuk ana dilini 3 sene önce sadece ailesini dinleyerek öğrenmiş bir insan. yani yeni bir dili daha öğrenmesinin çok kolay olduğu bir evredeyken verilen eğitimin yanlışlığı ve aynı düzeyde eğitimden dolayı 22-23 yaşında üniversiteden mezun olduğunda kendini tanımlayacak kadar bile yabancı dil bilmiyor. bu nedenden dolayı öğrenim çağında verilen eğitimin her yerde eşit ve niteliksiz olması, öğrencinin bunları asla pratiğe dökememesine neden oluyor.
Üzerinde duracağım ikinci konu ise öğreten kişi ya da
öğretmen. hem bu kadar pratiğe dökülemeyen bir sistemden yetişmiş olan
hem de birçoğunun öğrettiği alana üniversiteye geçene kadar hiçbir ilgi
duymamış, üzerinde hiç araştırma yapmamış olması büyük kayıp.
ülkemizdeki tüm dallardaki öğretmenlerin büyük çoğunluğu hangi mesleği
yapacağını zaten üniversiteyi seçecek yaşa kadar yani 18 yaşına kadar
bilmiyor. öğrenciler matematikten sadece 10 net yapıp 5 yıl sonra
matematik öğretmeni olabiliyor mesela. hem öğrenme kabiliyetinin iyice
azaldığı 18 yaşına kadar üzerine yoğunlaşmamış bir alanda olağanüstü
derecede yüzeysel bir eğitim gördüğü üniversiteden mezun oluyor hem de
bu ülkenin geleceğini belirleyen öğrenciler yetiştirme görevini alıyor.
Öğretmenlerimiz
alınmasınlar ki bu ülkeden 20 yıl sonra harvard'a, mit'e giden
öğrencilerin öğretmenleri, büyük ihtimalle 200-300 bin üniversite
sıralaması yapmış insanlar. yani bir fen lisesinde, belki de türkiye'de
ilk 1000'e girecek öğrencinin öğretmeni, 18 yaşına kadar kendi alanının
sorularını çözemeyen birisi. bu ülkede öğretmenlik bölümünün sıralaması
tıptan bile yüksek olmalı. öğretmenler zeki, çalışkan aynı zaman
bilimsel ve analitik düşünebilen insanlar olmalı. öğretmenlik
bölümlerinin çok fazla olması, sıralamalarının birçoğunun çok düşük
olması eğitim sisteminin en önemli kanayan yaralarından birisi bence.
Son
olarak değinmek istediğim yegane konu hem öğretmeni hem de öğrenciyi
ilgilendiren bir konu. müfredat. mesela bir fizik bölümü mezununu ele
alalım. formasyonunu alıp bir liseye öğretmen atandı. emin olun eline
bir fizik soru bankası alsa anca %45'ini çözer. ülkemizde sadece
idealist sayılabilecek öğretmenler üniversiteden mezun olduktan sonra
kendi alanında eğitim verebilmek, öğrencilerin sorularını
yanıtlayabilmek için piyasadaki önde gelen bütün kaynakları oturup
çözüyorlar. çünkü düşünün ki ülkede o kadar havada kalan bir eğitim
veriliyor ki fizik diploması verdiğiniz birisi fizik problemi çözemiyor,
üzerinde akıl yürütemiyor. bu her alan için geçerli. hem yukarıda
belirttiğim geç kalınmışlık hem de üniversitede verilen eğitim çok
yetersiz.
Öğrenciler için de aynı durum geçerli. farazi olarak
bir öğrenci mühendislik kazandı diyelim. hazırlıkla beraber 23-24
yaşlarında mezun oldu. mühendislik yaparken asla etkin şekilde lisede,
üniversitede öğrendiği matematiği, fiziği kullanamıyor. hatta imza
yetkisi bulunan diplomasını aldığında dahi alanı hakkında bir şey
bilmiyor. bizim ülkemizde mühendisler anca 32-33 yaşlarında verimli
olarak bir şeyler üretebilmeye başlıyor. şaka gibi. 33 yaşında bir
insandan verim almaya başlıyoruz yani. bu verim de ekstra bir şey
üretmek, devlete değer sağlamak değil. sadece piyasada genel geçer,
bölümü hakkındaki işleri halledebilmesi. oturup yeni bir şeyler
üretebilecek kadar pratik pozitif bilim öğretilmiyor çünkü öğrenciye.
üniversitede kıyamet kadar matematik gören öğrenci asla bunu mesleğine
yararlı bir işte kullanamıyor. türev, integral bilmeyen ekonomi
mezunları var ya ülkede. şu an iibf fakültelerine gitseniz içiniz acır.
limit, max-min noktası, istatistik bilmeyen iktisatçılar mı dersiniz
neler görürsünüz aklınız durur.
Yani anlatmak istediğim
ülkede eğitim adına her şey sadece ismi eğitim olsun diye yapılıyor. bir
şeyler üretmek, verimli bilgiler sunmak, geleceği tasarlamak adına
yapılmış hiçbir şey yok. o yüzden de bu eğitim sistemiyle asla bir bill
gates, steve jobs, elon musk çıkaramayacağız. hepsini geçtim iyi bir
ekonomist, müzisyen, ressam bile çıkaramıyoruz. yaptığımız işler hep
böyle havada, ezbere kalıyor. taklit etmekle yetiniyoruz.
İlkokuldayken tamamen evine yakın olduğu için bir ilkokula gidiyorsun, kazanabildiğin,yaşadığın şehirde olan ya da imajlı (fen lisesi) bir liseye giriyorsun,
YanıtlaSildaha sonra senin hakkında pek bir şey bilmeyen rehber öğretmenin veya ailen senin için üniversite tercihlerini dolduruyor,
bir tanesini kazanıyor ve okuyorsun. Sen o okuldan mezun olduktan sonra aslında hiçbir şey öğrenmiyorsun.
Bizi hayvanlardan ayıran salt zeka değildir , eğitilebilecek bir zekamızın oluşudur. Şuan ki eğitim sistemi'nin amacı;2.Dünya savaşı'ndan sonra kurulduğundan sadece asker,mühendis,
devlet için varını yoğunu ortaya koyabilecek insanlar yetiştirmektir. Bu nedenle eğitimde ne sanat ne spor ne dans ne de üretmek önemliydi. Okulda resim,spor,felsefe gibi derslerimizin
gereksiz ve boş ders gibi görülmesi de bu yüzdendir.
Küçüklükten alınıyor, eğitiliyoruz ama bedenimizden uzaklaşarak, beynimizde sadece bir sol loba (duygusal olmayan,yaratıcı olmayan kısım,mantıksal) yönelik eğitiliyoruz. Matematiğin önemli
, resmin önemsiz olduğuna inandırılıyoruz ve matematik
yapmak zorunda bırakılıyoruz aksi takdirde aptal durumuna düşüyoruz. Matematik,fizik yapamadık, akıcı okuyamayadık, deftere doğru çizik atamadık diye , yazım kurallarını öğrenemedik diye
tembel, bu çocuktan bir şey olmaz denilenerek yargılanıyoruz. Matematik > türkçe-edebiyat > sosyal bilimler > resim,spor,müzik hiyerarşisi aklımıza kodlanıyor. Yazı yazmak,resim yapmak,
dans etmek sadece hobi olabilirmiş gibi gösteriliyor. Aslına bakarsanız neredeyse bütün alanlar birbiriyle harmanlıdır ve birbirlerine üstünlükleri olamaz.
Birbirinden farklı yaşamlara sahip,birbirinden başka yeteneklere sahip insanları alıp tek tip bir kalıba sokmaya çalışıyorlar. Hepimiz tıp, hukuk veya mühendis olmaya zorlanıyor;
olamadığımız takdirde yargılanıyoruz ya da küçümseniyoruz.
Bu ne kadar çok büyük bir sorun gibi görünmese de ileriki yaşantımızda kendimize yabancılaşma,sürekli bir boşluk hissetme, üzgünlük ve yetersizlik hissetmemize neden oluyor. Tıp okuyor,
hukuk okuyor, işletme okuyor mutlu olamıyoruz, işe girip çok fazla para kazanabiliyoruz, toplumda saygınlığımız oluyor fakat içimizde yatan potansiyeli kullanmama , üretememe içten içe
bizi kemiriyor. Hayatın her alanında doğru seçimler yapamıyoruz,eşimizi bile doğru seçemiyor,çocuklarımızı doğru büyütemiyoruz ve içimizde hep bir tatmin olmama duygusuyla
kendimize dahi yabancılaşıyoruz.
Şuan belli bir yaşta olarak elimizden geçmişi değiştirmek gelmiyor fakat üniversitelere meslek gözüyle bakmamak gerek, esasında doğru olan zaten üniversitelerin öğrenmeyi,araştırmayı öğretmesidir.
Evet doğru eğitilmedik ve bu eğitim sisteminin kısa bir süre sonra patlayacağı belli fakat ne yazık ki şuanki halimizle içimizde yatan isteğini, yaratma güdüsünü takip etme sorumluluğu bize
ait.